Eliz Arter ve Charis Charalambous
“Yukarı bak!”
Kıbrıs halkı dışarı çıkıp başını kaldırsa ne görür? Belki parlak mavi gökyüzünü; Troodos ya da Pentadaktylos/Beşparmak Dağları’nın ferahlatan siluetini; görkemli çam ağaçlarını; etkileyici antik kalıntıları ya da özenle işlenmiş Orta Çağ balkonlarını…
Ama bir şeyden emin olabiliriz: Yukarı baktıklarında hiçbir ayrım çizgisi görmezler. Çünkü insan, güzel gökyüzümüzü nasıl ikiye bölebilir ki?!
Surlarla çevrili Mağusa, yaşayan bir açık hava müzesi olarak biz Kıbrıslılara, kentin geçmişte çok toplumlu, ruhani ve ekonomik bir merkez olarak taşıdığı önemi hayranlıkla görme fırsatı sunar. Mağusa, bugün de insanlar, kültürler ve ticaret için büyülü bir buluşma noktası olmayı sürdürmektedir. İlkbaharda parlak ve canlı görünümüyle öne çıkan kırmızı gelincik çiçeği, yalnızca geçmişin kalıntıları arasında (13. yüzyıldan kalma Fransisken kilisesi ve manastırının bulunduğu alanda) değil, aynı zamanda bölünmenin yarattığı mevcut durağanlığın ortasında da umut ve yeniden doğuş duygusu uyandırır.
Adadaki toplumlar için kırmızı gelincikler; güzelliği, kişisel dönüşümü, sevgiyi, fedakârlığı ve dirilişi, ayrıca savaşta ateşkesi ve barışı simgeler. İlkbaharda kırmızı gelinciklerle dolu açık bir tarlayı gördüğümüzde çoğumuzun duyduğu heyecan, bu çiçeklerin adamız için taşıdığı değerin bir göstergesidir.
Kıbrıs’ın çiçeklerinin, topraktan filizlenip gökyüzüne uzanırken, bir insan sesiyle konuşabilselerdi, acaba neler görür, neler hisseder, neler düşünürlerdi? Kıbrıslıların dağlarda, tarlalarda, kasabalarda dolaştığını görmek onları sevindirir miydi? Kıbrıs’ın mevsimler geçse de hâlâ bölünmüş olduğunu fark etselerdi hüzünlenirler miydi? Yoksa güzelliklerinin; Kıbrıslıları birlikte keşfetmeye, sohbet etmeye, şarkı söylemeye, yemek yemeye, resim yapmaya, öğrenmeye, dinlenmeye ve adamızın bitmeyen zenginliğini birlikte fark edip takdir etmeye ilham olacağına umut bağlarlar mıydı? Umut edelim ki bu kırmızı gelincik gerçekten böyle bir etki yaratır!
